Filters
Filters
Found: 37 Piece 0.000 sn
Faculty / Institute [1]
Publication type [1]
National/International [2]
HOKAND HANLIĞI’NIN EĞİTİM GELENEĞİ VE MEDRESELER = TRADITION OF EDUCATION AND MADRASAS IN THE KHANETE OF KOKAND

Ayitmamat KARİYEV

Article | 2018 | Diyanet İlmi Dergi54 ( 3 )

Müslüman toplumunun İslâmî ilimler konusunda bazı ilerlemeleri yakalaması Arap-Fars-Türk kültür havzalarıyla yakından ilişkilidir. Bunlardan özellikle nass ile akıl dengesini iyi ayarlayabilen Türk ekolü, günümüzde birçok açıdan araştırılmaya devam edilmektedir. Makalemizde bu ekolün Türkistan kolu Hokand Hanlığı üzerinden ele alınmaya çalışılacaktır. Araştırmamıza konu olan Hokand Hanlığı’nın eğitim sistemi henüz yeteri kadar araştırılmamıştır. Bu sebeple de, Türk dünyası için henüz meçhul bir konu olarak kalmaya devam etmektedir. Bu nedenle makalede Hokand Hanlığı’nın tarihçesi, Hanlığın eğitim sistemi ve idarî yapısı içerisinde e . . .ğitimin yeri, Çarlık Rusyası bilim adamları tarafından yerli eğitim sisteminin analiz edilişi gibi konular üzerinde durulmuştur. Bu çerçevede elde edilen bilgiler doğrultusunda, Hanlığın oturmuş bir eğitim sistemine sahip olduğu temel tezi işlenmeye çalışılmıştır. - The progress achieved by Muslims in Islamic sciences is closely related to the Arabic-Persian-Turkic cultural pool. The Turkish school among them that could strike a good balance between dogmas and mind continue to be researched from many perspectives today as well. There is not enough research yet on the education system of the Khanete of Kokand, which is the subject of our study. Therefore, it remains as a subject that is still unknown for the Turkic world. For this reason, this study examines the history of the Khanete of Kokand, and its education system, the place of education in its administrative structure, the analysis of the domestic education system by the Czarist Russian scientists. This study analyses the suggestion, in light of the information obtained in this framework, that the Khanete has an established education system More less

The Scientific Environment in the Period When Ibn Lahi'a (d. 174/790) Lived İbn Lehî‘a’nın (ö. 174/790) Yaşadığı Dönemde İlmî Muhit

Bekir TATLI

Article | 2022 | Hitit Theology Journal / Hitit İlahiyat Dergisi21 ( 2 )

In this article we will focus on a famous rawī, named Ibn Lahīʿa. It is possible to find Ibn Lahīʿa, whose lineage is mentioned as ʿAbd Allah ibn Lahīʿa b. ʿUqba al-Miṣrī, frequently in early jarḥ-taʿdīl sources and muṣannaf works. But, especially from the view of ḥāadīth narrations and rijāl criticism, he is often mentioned negatively. For example, among the statements about his jarḥ-taʿdīl status, we find such expressions as “He is ḍaʻīf (weak).”, “He is ḍaʻīf al-ḥadīth.”, “His ḥadīths do not qualify to be used as evidence.”, “He is not qawī.” or similar expressions which have become widespread, and he is mostly considered majrūḥ. . . . Also, we can see that some prominent scholars who are considered experts in this field said about him, “Do not even take a letter from him!”, and “More or less, I never take ḥadīths from him!” and they have warned us to stay away from him and his ḥadīths. However, we can learn from the rijāl sources of the first period and the recent academic studies about him that there are also scholars who say laudatory words about him. For instance, the addressee of these laudatory words is the same person: “Ibn Lahîʻa has first-hand sources.”; “There are even those who go on pilgrimages many times just to meet him.”; “His memory was solid.”; “When someone says the muḥaddith of Egypt, he comes to mind.” These two different approaches about him show that it would be useful to re-establish Ibn Lahīʿa’s situation in all aspects and with an unbiased eye. We think that the way to get to know him in a way that is free from prejudice and impartial is to take a closer look at him and focus on the environment in which he grew up. Therefore, in this article, the geography of Ibn Lahīʿa’s life, the widespread madrasas, and the scholarly life in that region have been briefly discussed. Our aim in doing this is to try to get clues about whether the provisions given about Ibn Lahīʿa, who grew up in an environment where Sunni-Shiite differences of opinion reigned, where fanaticism of faith occurred quite a lot in the geography and century where he lived, where there were sectarian bigotries and mostly there was no calm scholarly environment. From the earliest periods, the region of Egypt, the geography in which he lived, attracted attention as a place where the ṣahaba often visited, especially in terms of ḥadīth, fiqh, and history of Islam, where there is an intensive scholarly working environment. It is safe to say that the following names are at the forefront among ṣahaba who were residents in Egypt or passed through it at any time: ʿUthmān, Abū Ayyūb al-Ansārī, Abū Hurayra, Ibn ʿAbbās, ʿAmmār b. Yāsir, ʿAmr b. al-ʿĀṣ, ʿAbd Allāh b. ʿUmar, ʿAbd Allāh b. ʿAmr b. al-ʿĀṣ, al-Zubayr b. al-ʿAwwām, Saʿd b. Abū Waqqāṣ, ʿUbāda b. al-Ṣāmit, Jābir b. ʿAbd Allāh al-Anṣārī, Khāṯīb b. Abū Baltaʿa, Abū al-Dardā, Abū Ḏar al-Ghifārī, Diḥyah b. Khalīfa al-Kalbī, Muʿāwiya b. Abū Sufyān, Mughīra b. Shuʿba, Miqdād b. al-Aswad, ʿAbd Allāh b. Khuzāfa, ʿAbd Allāh b. al-Zubayr b. al-ʿAwwām, Rāfiʿ b. Mālik, Salama b. al-Akwaʿ, Sahl b. Saʿd al-Sāʿidī, Shuraḥbil b. Ḥasana, Sila b. al-Haris al-Ghifari, ʿAbd Allāh b. Ḥārith b. Caz’ al-Zubaydī, ʿAbd Allāh b. Saʿd b. Abū Sarh, ʿAbd al-Raḥmān b. Abū Bakr al-Ṣiddīq, ʿUqba b. ʿAmir al-Juhanī, Muḥammad b. Maslama. Among these names, it appears that ʿAbd Allāh b. ʿAmr b. al-ʿĀṣ mainly directs the scholarly activities of Egypt. Here, an investigation of the effects of Egyptian geography on Ibn Lahīʿa, which has been the scene of mobility in scientific, intellectual, religious, political, and social aspects since the time of the ṣahaba, will be able to help us to get to know him more closely. The fact that there are not enough studies in the Turkish literature that deals with the scholarly environment in the second century of the Hijra in which Ibn Lahīʿa lived and the idea that new research to be done will lead to better recognition of him have led to the emergence of the present article. Unlike other studies conducted on him, this article mainly examines the scientific district and somewhat influential madrasas in Egypt during Ibn Lahīʿa’s upbringing. The present study shows that Egypt was very dynamic city politically, culturally, and scientifically in the age of Ibn Lahīʿa; especially that madrasas of history, fiqh, and story/preaching carried out an intensive activity. Bu makalenin merkezinde İbn Lehîʻa isimli meşhur bir râvi vardır. Nesebi Abdullah b. Lehîʻa b. Ukbe el-Mısrî şeklinde kaydedilen İbn Lehî‘a’ya ilk dönem cerh-ta‘dil kaynaklarında ve musannef eserlerde sıkça rastlamak mümkündür. Ancak, özellikle hadis rivayetleri ve ricâl tenkidi açısından bakıldığında genellikle ondan olumsuz olarak bahsedilir. Söz gelimi onun cerh-taʻdil durumu hakkında yer alan ifadeler arasında kendisinin zayıf olduğu, hadisinin delil olarak kullanılmaya uygun olmadığı, kuvvetli bir râvi sayılmadığı veya buna yakın anlatımların yaygınlık kazandığı ve onun çoğunlukla cerh edildiği dikkat çekmektedir. Yine bu alanın uzmanı sayılan önde gelen bazı âlimlerin “Ondan bir harf bile alma!”, “Ondan az ya da çok, asla hadis almam!”, gibi cümlerle kendisinden ve rivayetlerinden uzak durulması konusunda uyarılarda bulunduklarını görmekteyiz. Bununla birlikte onun hakkında övgü dolu sözler söyleyen âlimlerimizin de olduğunu, yine ilk dönem rical kaynaklarından ve bunlara atıf yapan son dönem akademik çalışmalarından öğrenebilmekteyiz. Mesela, İbn Lehî‘a’nın birinci el kaynaklara sahip olduğu, sırf onunla karşılaşmak için defalarca hacca gidenlerin bile bulunduğu; hafızasının çok güçlü olduğu, Mısır’ın muhaddisi denilince onun akla geldiği gibi övgü dolu sözlerin muhatabı da aynı İbn Lehîʻa’dır. Onun hakkındaki bu iki farklı yaklaşım, İbn Lehî‘a’nın durumunun her yönüyle ve tarafsız bir gözle yeniden ortaya konulmasının faydalı olacağını göstermektedir. Onu önyargılardan uzak ve tarafsız bir şekilde tanımanın yolu ise kendisine daha yakından bakmak ve yetiştiği çevreye odaklanmaktır diye düşünüyoruz. Buna binaen bu makalede İbn Lehî‘a’nın yaşadığı coğrafya, o bölgedeki yaygın medreseler ve ilmî hayat kısaca ele alınmaya çalışılmıştır. Bunu yapmaktaki amacımız, yaşadığı coğrafyada ve yüzyılda zaman zaman Sünnî-Şiî fikir ayrılıklarının hüküm sürdüğü, itikadî taassupların yaşandığı ve genellikle sâkin bir ilmî ortamın bulunmadığı bir çevrede yetişen İbn Lehî‘a hakkında verilen hükümlerin tarafsız olup olmadığı konusunda ipuçları elde etmeye çalışmaktır. Onun yaşadığı Mısır bölgesi, erken dönemlerden itibaren sahabenin sıkça uğradığı, özellikle hadis-fıkıh ve tarih ilimleri açısından yoğun bir ilmî mesâinin ortaya konulduğu bir yer olarak dikkat çekmektedir. Sahabeden Mısır’a yerleşen veya oraya bir şekilde uğrayan kişiler arasında şu isimlerin ön planda olduğu söylenebilir: Hz. Ömer, Hz. Osman, Ebû Eyyûb el-Ensârî, Ebû Hüreyre, İbn Abbas, Ammâr b. Yâsir, Amr b. el- s, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr b. el- s, ez-Zübeyr b. el-Avvâm, Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Ubâde b. es-Sâmit, Câbir b. Abdillah el-Ensârî, Hâtıb b. Ebî Belta‘a, Ebü’d-Derdâ, Ebû Zer el-Ğifârî, Dıhye b. Halife el-Kelbî, Muâviye b. Ebî Süfyân, Muğîre b. Şu‘be, Mikdâd b. el-Esved, Abdullah b. Huzâfe, Abdullah b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm, Râfi‘ b. Mâlik, Seleme b. el-Ekvâ‘, Sehl b. Sa‘d es-Sâ‘idî, Şürahbîl b. Hasene, Sıla b. el-Hâris el-Ğifârî, Abdullah b. Hâris b. Cez’ ez-Zübeydî, Abdullah b. Sa‘d b. Ebî Serh, Abdurrahman b. Ebî Bekr es-Sıddîk, Ukbe b. mir el-Cühenî, Muhammed b. Mesleme. Bu isimler arasında ise daha çok Abdullah b. Amr b. el- s’ın Mısır’ın ilmî faaliyetlerine yön verdiği anlaşılmaktadır. İşte sahabe döneminden itibaren ilmî, fikrî, itikadî, siyasî ve sosyal açılardan büyük bir hareketliliğe sahne olan Mısır coğrafyasının İbn Lehîʻa üzerindeki etkilerini araştırmak onun daha yakından tanınmasına yardımcı olabilecektir. Türkçe literatürde İbn Lehî‘a’nın yaşadığı hicrî ikinci asırdaki ilmî ortamı ele alan çalışmaların yeterli sayıda olmaması ve yapılacak yeni araştırmaların, onun daha iyi tanınmasına vesile olacağı düşüncesi böyle bir makalenin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kendisiyle ilgili yapılan diğer çalışmalardan farklı olarak bu makale daha çok, İbn Lehî‘a’nın yetiştiği dönemde Mısır’daki ilmî muhiti ve biraz da etkin medreseleri incelemektedir. Çalışmamız sonunda İbn Lehî‘a’nın yaşadığı çağda Mısır’ın siyasî, kültürel ve ilmî bakımdan oldukça hareketli olduğu; özellikle tarih, fıkıh ve kıssa/vaaz medreselerinin yoğun bir faaliyet icra ettiği sonucuna varılmıştır More less

Vahiy Esnasında Hissedilen Çınlama Sesi: Salsaletü'l-Ceres

Mehmet DEMİRCİ

Article | 2021 | Tefsir Araştırmaları Dergisi5 ( 2 )

Yüce Allah ile peygamberleri arasında gerçekleşen iletişimin genel adı vahiydir. Tarih boyunca insanlara birer elçi olarak gönderilmiş olan peygamberler vahiy hadisesine muhatap olmuşlar, Allah’ın insanlara bildirdiği öğütleri, emirleri, yasakları ve gayb âlemine ait haberleri vahiy yoluyla alarak onlara ulaştırmışlardır. Son peygamber Hz. Muhammmed (s.a.v.) de bir peygamber olarak vahye muhatap olmuş ve yaşadığı bu tecrübenin nasıl gerçekleştiğine dair bazı açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) birden farklı şekilde vahye muhatap olmuştur. Bu vahiy çeşitlerinden birisi oldukça dikkat çekici ve gizemlidir. İlgi . . .li rivayetlerde “salsaletü’l-ceres”e yani “çınlama sesi”ne benzer bir şekilde nitelenen bu vahiy türü, Hz. Peygamberin vahiy esnasında yaşadığı ruhânî tecrübenin bir ifadesi olması bakımından ayrı bir yere sahiptir. Makalede bu vahiy türünün gelişinden söz eden rivayetlere yer verildikten sonra hadis şarihlerinin ve diğer müelliflerin rivayet hakkındaki açıklamaları ve yorumları ele alınıp incelenmiştir. Kısa bir an içerisinde gerçekleştiği anlaşılan bu vahiy türünün ardından âyetlerin nüzulünün tamamlanmış olması, konunun farklı açılardan araştırmaya açık nitelikte olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda ilk önce Kelâmullah’ın mahiyetine yönelik tartışmalara yer verilmiş ve çınlama sesi şeklinde gelen vahyin bu tartışmalarda sözü edilen hususlarla nasıl bir münasebet içinde olduğuna açıklık getirilmiştir. Daha sonra konu ulûmu’l-Kur’an çerçevesinde ele alınarak söz konusu vahiy türünün hurûf-ı mukattaa ile olan münasebetine dair açıklama ve yorumlara yer verilmişti More less

İtaat Kavramının Gerekçeleri Açısından Kur’an’ın Eleştirel Düşünceye Bakışı

Osman EYÜPOĞLU

Article | 2019 | Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD)19 ( 2 )

Sağlıklı ve huzurlu toplumsal yapıların oluşması en temelde insanların samimi ortak davranışlarda bulunmasına bağlıdır. Sosyal psikolojik açıdan en kıymetli ortak davranış biçimi körü körüne taklit değil; benimseyerek uyma davranışıdır. Bir davranışın doğruluğuna içten inanarak onu icra eden kişi, toplumsal kontrol mekanizmalarının olmadığı yerlerde de bu davranışı icra etmeye devam eder. Meşhur Cibril hadisine göre de Allah’a onu görüyormuşçasına inanmak gerekir. Hadisteki bu husus, benimseyerek yani bizzat doğruluğunu bilerek inanmayı ve ona göre amel etmeyi ifade eder. Dolayısıyla bu çalışmamızda, Kur’an’da geçen toplam 208 “itaa . . .t” ve “tabi olma” ayetinin bağlamlarından hareketle önce gerekçeleri ele alınmıştır. Sonra da bu gerekçelerin sosyal psikolojik açıdan hangi uyma davranışını (körü körüne itaati mi, özdeşleşmeyi mi, benimsemeyi mi?) esas aldığı üzerinde durulmuştur. Kur’an’ın, benimseme düzeyinde bir tutum değişimi için muhataplarını rasyonel, ahlaki, hukuki-siyasi, psikolojik ve sosyolojik açıdan tatmin edici gerekçelerle itaat veya ittibaya çağırdığı görülmektedir. Bu nedenle Kur’an’ın, doğru ve haklı olanın tespitini yapma amacı taşıyan tüm eleştirel düşüncelere açık/uygun olduğu ve hatta bu türden eleştirel düşünceyi metot edindiği için onu dolaylı olarak da emrettiği anlaşılmaktadır. Zira eleştirel düşünce, rasyonel ve bilimsel açıdan yapılması gerekenlere tabi olmayı öngörmektedir. Bu nedenledir ki Kur’an sosyo-kültürel koşullarla birebir uyumlu bir tutum sergileyerek, yeri geldiğinde itikada dair taleplerine ve yeri geldiğinde de amele dair taleplerine ağırlık vermektedir. Örneğin, Kur’an doğru ve meşru olana inanıp tabi olmaya %72,7 oranında önem verirken bu tabi olmanın nesnel sonuçlarına ise %27,3 oranında değinmektedir. Bu durum işin özünün öncelikle samimi bir iman olduğuna işaret etmektedir. Olumsuz itaat-ittibaya ilişkin ayetlerde ise oranlar tersine dönmektedir. Bunun da anlamı inanmayanların samimiyetsizlik, cahillik, yalancılık, şımarıklık, iftiracılık gibi ahlak ve merhamet dışı yanlış tutum ve davranışlarının daha çok eleştirilmesidir. Bu durumda Kur’an, olumsuz itaat-ittibaya dair taleplerin gerekçelerinde inananların samimi inançlarına %26,6 oranında yer verip vurgu yaparken, inanmayanların ise işaret edilen yanlış davranışlarına (amellerine) ise %73,4 oranında değinip onları eleştirmektedir. Bu oranlar bize Kur’an’ın ihtiyacın önemine binaen hitaba en uygun şekil ve yön verdiğini göstermektedir. Bu şekil ve yön vermede doğruyu ve haklıyı tespit amacı taşıyan eleştirel düşünceye de uygun bir yol izlediğini görmekteyiz. Zira Kur’an’ın itaat veya tabi olmaya ilişkin taleplerinde, mevcut sosyo-kültürel ortamın ahlaki, rasyonel ve nesnel gerekçelerini dikkate aldığı anlaşılmaktadır. Kısaca rasyonel ve nesnel gerekçelere uygun taleplerde bulunmak, eleştirel düşüncenin azami derecede dikkate alınması anlamına gelmektedir More less

Hadis Metodolojisinde Teferrüd Kavramına Yönelik Kullanılan Tabirler

Muhittin DÜZENLİ

Article | 2016 | MANAS Journal of Social Studies (MJSS) - MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi5 ( 4 )

Rivâyetlerin sıhhatini belirlemek için Hadis Usûlü eserlerinde muhaddisler tarafından birçok kavram kullanılagelmiştir. Bu kavramlardan birisi de teferrüd terimidir. Teferrüd kavramı köken itibariyle başka râvinin nakletmediği husus anlamına gelmektedir. Sened yahut metinde bulunan bir özellik itibariyle tek kalarak diğer rivayetlerden ayrılma olarak tanımlanan teferrüd olgusu hadis usulunün bir çok kavramıyla ilişkili olarak kullanılmıştır. Teferrüd kavramı hadis tenkîdinde dikkate alınan önemli unsurlarından biridir. Bu çalışma, söz konusu terimin hadis tarihindeki kullanımlarını örneklerle izah etmeyi ve diğer hadis usulü kavraml . . .arı ile ilişkisini ortaya koymayı amaçlamaktadı More less

Karahanlılar Devrinde Yetişmiş Orta Asya Fukahası ve Onların İdaredeki Yeri

Ayitmamat KARİYEV

Article | 2018 | Mizanü'l-Hak: İslami İlimler Dergisi ( 6 )

Dünya hukuk sistemlerinin büyük bir dönüşüm geçirmesinde, İslam Hukukunun payı olduğu bilinmektedir. İslam Hukukunun da kendi içinden Arap-Fars-Türk şeklinde üç kola ayrıldığı, bunlardan akıl-nass ilişkisini isabetli değerlendiren Türk ekolünün esas köşe taşını oluşturduğu ve onu da Orta Asya fıkıh ekolünün şekillendirdiği söylenebilir. Orta Asya fıkıh ekolü içerisinde de özellikle Karahanlılar dönemi, fıkhın bu bölgede zirve yaptığı bir dönem olarak kabul edilebilir. Bu makalemizde Karahanlılar devletinin kısa tarihi, kaynaklarda Karahanlılar devrinde yetişmiş olan fukahanın isimlerinin tespiti, meşhur fukahadan bazılarının eserler . . .iyle birlikte kısaca tanıtımı, fukahanın (alimler) idaredeki yeri vb. konuları ele alınacaktır. More less

Zayıf Hadisin Epistemik Değeri

Muhittin DÜZENLİ

Article | 2018 | MANAS Journal of Social Studies (MJSS) - MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi7 ( 1 )

Hadis rivâyetlerine yönelik değerlendirmelerde yapılan en büyük yanlışlardan biri zayıf hadisin kullanılamaz ve nebevî olmayan nitelikte görülmesidir. Bunun en büyük sebeplerinden biri de hiç şüphesiz zayıf hadis kavramına ilişkin sağlam bir tasavvur oluşturulamaması ve mütekaddim ulemanın bu husustaki yöntemlerinin yeterince anlaşılmamış olmasıdır. Elinizdeki bu makalede zayıf hadis kavramının nasıl anlaşılması ve nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde durulmuş ve zayıf hadislerin epistemik değeri tartışılmıştır. İslam düşünce tarihinde en fazla istismar edilen kavramlardan biri zayıf hadis kavramıdır. Bu konudaki en önemli hatalard . . .an biri de zayıf hadislerin çoğu zaman uydurma hadislerle eşdeğer görülmesi ve kullanılamaz nitelikte kabul edilmesidir. Halbuki rivâyetin zayıflığı sadece söz konusu hadisin Hz. Peygamber’e aidiyeti konusunda bir şüphe olduğunu ve araştırılmaya ve analiz edilmeye ihtiyaç duyulduğunu gösteren bir karîne olarak algılanmalı ve hadislerin zayıflığının birçok farklı şeklinin olduğu bilinmelidir More less

Allah ve Peygamber İnancının Sosyal Medyadaki Yansımaları (Ahzâb Sûresinin 56. Ayeti Çerçevesinde)

Nail KARAGÖZ

Article | 2023 | Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi13 ( 2 )

Allah tarafından görevlendirilen peygamberler, insanlara dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak birtakım emir ve ilkeler bildirmişlerdir. İslam dininin elçisi ve son peygamber Hz. Muhammed örnek şahsiyeti ve yaşantısı ile nübüvvet görevini yerine getirmiştir. Tebliği sırasında iman etmeyenlerle büyük bir mücadele içerisinde olan Hz. Muhammed ilahi güç tarafından desteklenmiştir. Ona iman edenlere de peygambere karşı nasıl davranacaklarına dair öğütler vahiy yoluyla verilmiştir. Peygambere nasıl davranılması gerektiğini bildiren sûrelerden biri de Ahzâb sûresidir. Sûrenin 56. ayetinde Allah’ın ve meleklerin peygambere salat ettiği b . . .ildirilmekte, müminlerin de ona salat etmesi emredilmektedir. Bu ayetteki salat kavramının ne anlama geldiği İslam âlimleri tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Modern dünyada iletişim vasıtalarından biri olan sosyal medya da bu kavramın farklı yorumlandığı mecralardan biridir. Çalışmamızda ayetteki salat kavramının, sosyal medya platformlarından biri olan Youtube’da nasıl yorumlandığını ve Allah ve peygamber tasavvuruna nasıl etki edebileceğini betimlemeyi amaçlamaktayız. Araştırmamızda literatür taraması, karşılaştırma ve yorumlama yöntemleri kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Ahzâb Sûresinin 56. Ayeti,, Salat, Youtube, Allah Tasavvuru, Peygamber Tasavvur More less

The Islamic Judicial System as a Moslem’s Problem Solving Institution of The Modern Islamic Law (In The Case of The Adab al-Qadi of “al-Hidaya” And “al-Nihaya”)

Ayitmamat KARİYEV

Article | 2023 | MANAS Journal of Religious Sciences - MANAS Din Bilimleri Dergisi (MDBD)2 ( 2 )

Islam is the truth and latest religion on the world. The Islamic history, that writen by moslems, who lived on the world of the different countries, it was one of these proofs. And they were effected to the all world with their unique culture, and with their distinctive science, and with their righteous law system, and mentality. The Islamic Law system one of the great success that writen by moslems too. There is so meaningful part of the Islamic Law that named “Adab al-Qadi”. We can summarize the all Islamic Law system in the case “Adab al-Qadi” as a mirrior. Actually, we found the “Adab al-Qadi” in the books of “al-Hidaya” and “al . . .-Nihaya” as a summary of the Khanafit Mazkhab, that founded in the Central Asia. So, we’ll talk about the comparision analyze between “al-Hidaya” and “al-Nihaya” in the perspective of the Islamic Juridical Law system, and we’ll show it as moslem’s problem solving institution of the modern Islamic Law.Key words: Islamic Law, Marginani, Signaqi, al-Hidaya, al-Nihaya, Adab al-Qadi. Anahtar Kelimeler: Islamic Law, Marginani, Signaqi, al-Hidaya, al-Nihaya, Adab al-Qad More less

Zaydiyya as a Political Actor in Ottoman-Yemen Relations -A Reading on Mehmed Memduh and Miftah Yemen- = Osmanlı-Yemen İlişkilerinde Siyasi Bir Aktör Olarak Zeydiyye -Mehmed Memduh ve Miftah-ı Yemen Üzerinden Bir Okuma-

Yusuf GÖKALP

Article | 2022 | Hitit Theology Journal / Hitit İlahiyat Dergisi21 ( 1 )

It is seen that a sect-based religious-social structure has formed among Muslims since the early periods of Islamic history and sects have become a defining part of Muslim identity. The sects, which were shaped around religious problems at the beginning, have become controversial since they have gained different social dimensions over time. Since the 3./9. century, sects have sought to establish a state by turning into a political movement rather than being an individual or social choice in understanding and living religion. The subject discussed in this article is the determination and evaluation of the place of Zaydiyya as a sect . . .in the shaping of Ottoman-Yemen relations. The subject will be limited to Mehmed Memduh’s work Miftah Yemen. The reason for limiting the subject in this way is that Mehmed Memduh looks at the issue from political, sociological and economic perspectives in his work and his knowledge of the historical and religious background of the subject. It is understood from his works that he had detailed information about the geography of Yemen, the history of Islam, Shia and Zaydis. When we look at his two existing works on Yemen, it is seen that Memduh, who gives information about the geography of Yemen, the religious situation of the pre-Islamic region and the process of Islamization, draws attention to the religious and social structure of the region, and especially focuses on the sect factor as well as geographical and economic reasons. Zaydiyya has been constantly claiming and striving for power in this region. Zaydiyya, which emerged as a political movement to seize power in 122/740, has continued, as a requirement of their theory of imamate, its existence in its own state structure since Yahya b. Hussein’s departure to Yemen in 280/893. Zaydis declared their dominance at every opportunity after the Ottoman state took Yemen under its administration. On the other hand, the Ottoman state has been in an effort to establish dominance in Yemen for many centuries. However, it is not possible to say that Yemen, especially North Yemen, came under Ottoman rule. It is seen that the sectarian element has an important place among the factors determining the process in Ottoman-Yemen relations. The aim of this study is to clarify the position of Zaydiyya as a sect in Ottoman-Yemen relations. This study will contribute to the understanding of whether sects take place as a political element in international relations and social life or how they play a political role. Most of the studies carried out in the field of Islamic sects so far are on the determination of the historical background and teachings of the sects. Considering the globalization process, we think that it is appropriate and necessary to focus on the political, cultural and folkloric dimensions of sects today. The final result aimed in such studies is to establish the theoretical framework of the place of sects as a political actor in social life and international relations, with the support of the data to be obtained from other studies. Studies on Ottoman-Yemen relations show that the subject is mostly discussed in terms of economics and political science. In terms of our subject, it does not seem possible to say that there are enough studies on both Zaydiyya and other sects. We are of the opinion that sects should be considered as a political, sociological and historical phenomenon as well as being a creed differentiation. Our claim here is that sects take place as a political actor in international or social relations as well as their religious positions. In this study, the subject will be tried to be handled with a descriptive method, away from a sectarian (exclusionary) approach. Based on Miftah Yemen, this study shows us that three factors were effective in shaping Ottoman-Yemen relations. The first is geographical reasons. The second is the inaccurate policies of the Ottoman state and the wrong practices of the officials working in the region. The third is the sect factor. In line with our foresight, the Zeydiyya, a political sect, did not want to be under the rule of the Ottoman State, both as a requirement of their faith and in order not to lose their opportunity to be in power in the region. It can be said that the attitude of Zaydiyya was decisive in shaping the Ottoman-Yemen relations. İslam tarihinin erken dönemlerinden itibaren Müslümanlar arasında mezhep temelli bir dinî-toplumsal yapının teşekkül ettiği ve mezheplerin Müslüman kimliğinin belirleyici bir parçası haline geldiği görülmektedir. Bu süreçte mezhepler, toplumsal hayatta dinî alanda etkili olmanın yanı sıra, siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda da etkili bir faktör olarak işlev görmeye başlamıştır. Başlangıçta dinî kaynaklı problemler etrafında şekillenen mezheplerin zamanla farklı toplumsal boyut içerisine girmeleri beraberinde mezhepleri tartışılır hale getirmiştir. 3/9. yüzyıldan itibaren mezhepler dini anlama ve yaşama noktasında bireysel veya toplumsal bir tercih olmanın ötesinde sıklıkla siyasal bir harekete dönüşerek devletleşme arayışı içerisinde olmuşlardır. Bu makalenin konusu bir mezhep olarak Zeydiyye’nin Osmanlı-Yemen ilişkilerinin şekillenmesindeki yerinin tespiti ve siyasî bir aktör olarak ilişkiler üzerindeki etkisinin değerlendirilmesidir. Konu, Mehmed Memduh’un Miftah-ı Yemen isimli eseri ile sınırlı tutulacaktır. Konunun bu şekilde sınırlandırılmasının sebebi, Mehmed Memduh’un eserinde meseleye siyasî, sosyolojik ve ekonomik açılardan bakıyor olması ve konunun tarihi ve dinî arka planına olan hâkimiyetidir. Eserlerinden onun Yemen coğrafyası, İslam tarihi, Şia ve Zeydîler hakkında detaylı bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Yemen hakkında mevcut iki eserine baktığımızda Yemen coğrafyası, İslam öncesi bölgenin dinî durumu ve İslamlaşma süreci hakkında bilgi veren Memduh’un bölgenin dinî ve toplumsal yapısına dikkat çektiği, coğrafî ve ekonomik sebeplerin yanı sıra özellikle mezhep faktörü üzerinde durduğu görülmektedir. Zeydiyye bu bölgede sürekli olarak iktidar iddiası ve çabası içerisinde olmuştur. 122/740 yılında iktidarı ele geçirmek amaçlı siyasî bir hareket olarak ortaya çıkan Zeydiyye imamet inancının da gereği olarak, 280/893 yılında Yahya b. Hüseyin’in Yemen’e gitmesinden itibaren kendi devlet yapılanması içerisinde varlığını günümüze kadar taşımıştır. Osmanlı Devleti öncesinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin Yemen’i idaresine almasından sonra da Zeydîler buldukları her fırsatta kendi hâkimiyetlerini ilan etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin bütün çabalarına rağmen özellikle Kuzey Yemen’in Osmanlı idaresi altına girdiğini söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Osmanlı-Yemen ilişkilerinde süreci belirleyen faktörler arasında mezhep unsurunun önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, mezhep olarak Zeydiyye’nin, Osmanlı-Yemen ilişkilerindeki konumunu açıklığa kavuşturmaktır. Bu çalışma mezheplerin uluslararası ilişkilerde ve toplumsal hayatta siyasî bir unsur olarak yer alıp almadığının veya siyasî açıdan nasıl rol oynadıklarının anlaşılmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir. İslam mezhepleri alanında şimdiye kadar yapılan çalışmaların büyük bir kısmı mezheplerin tarihsel arka planı ve öğretilerinin tespiti üzerinedir. Küreselleşme süreci, İslam dünyasının güncel durumu vs. sebepleri dikkate aldığımızda artık günümüzde mezheplerin siyasî, kültürel ve folklorik boyutu üzerinde durmanın yerinde ve gerekli olduğunu düşünmekteyiz. Bu tür çalışmalarda ulaşılmak istenen nihai sonuç, yapılacak diğer çalışmalardan elde edilecek verilerin de desteğiyle toplumsal hayatta ve uluslararası ilişkilerde mezheplerin siyasi bir aktör olarak yerinin teorik çerçevesinin oluşturulabilmesidir. Osmanlı-Yemen ilişkileri üzerine yapılan çalışmalar konunun daha ziyade ekonomi ve siyaset bilimi açısından ele alındığını göstermektedir. Öte yandan Zeydiyye üzerine yapılan çalışmaların da mezhebin ortaya çıkışı, tarihçesi, görüşleri ve Şia içerisindeki yeri üzerine olduğu görülmektedir. Konumuz açısından gerek Zeydiyye gerekse diğer mezhepler üzerine yeterli çalışma olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Biz mezheplerin itikadi bir farklılaşma olmalarının yanı sıra siyasî, sosyolojik ve tarihsel bir olgu olarak da ele alınması gerektiği kanaatindeyiz. Buradaki iddiamız mezheplerin dinî konumlarının yanı sıra uluslararası veya toplumsal ilişkilerde siyasî bir aktör olarak da yer aldığıdır. Bu çalışmada, konu dışlayıcı yaklaşımdan uzak ve betimleyici bir yöntemle ele alınmaya çalışılacaktır. Miftah-ı Yemen üzerinden yürüttüğümüz bu çalışma Osmanlı-Yemen ilişkilerinin şekillenmesinde temelde üç faktörün etkili olduğunu bize göstermektedir. İlki coğrafi sebeplerdir. Zeydîlerin yaşadığı Kuzey Yemen bölgesi Osmanlı için zorluk oluşturmasına karşılık Zeydîler için bir sığınak olmuştur. İkincisi Osmanlı devletinin isabetsiz politikaları ve bölgede görev yapan memurların kötü uygulamalarıdır. Üçüncüsü ise mezhep faktörüdür. Öngörümüz doğrultusunda siyasi nitelikli bir mezhep olan Zeydiyye din anlayışının gereği olarak bölgedeki iktidar olma fırsatını kaybetmemek için Osmanlı Devleti’nin idaresi altına girme eğiliminde olmamıştır. Osmanlı-Yemen arasındaki siyasî ilişkilerin şekillenmesinde Zeydiyye’nin tavrının belirleyici olduğu söylenebilir More less

Права Женщин На Развод с Супругом в Исламско-Семейном Праве

Ulanbek Kalmurza Uulu

Article | 2023 | MANAS Journal of Social Studies (MJSS) - MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi12 ( 3 )

Религия Ислам придавает большое значение институту семьи и давает обширные указания и рекомендации в ее построении, поддерживании и прекращении брака. Ислам рассматривает брак как врожденную потребность и как основу счастья, но и в то же время считает необходимым наличие взаимопонимания, уважения и любви между мужем и женой для продолжении брака. Однако такие причины, как разная природа людей, разнообразие их понимания и вкусов, а также возникновение некоторых негативных событий, со временем могут истощить крепкие брачные узы. Тёплые гнездышки супругов остывают. Даже близость вместо счастья может превратиться в страдание и испытание . . .. В таких случаях супруги либо будут жить в печали и несчастье, либо разойдутся и будут искать новые двери счастья. В таких моментах ислам считает развод законным, для того чтобы супруги и дальше не причиняли вред друг другу и обрели новое счастье. Тема талака-развода в Исламском семейном праве рассматривалась и обсуждалась с разных сторон. Одним из таких споров является то, кто будет принимать решение о разводе, кто будет уполномочен на развод и может ли женщина развестись с мужем. Согласно исламу, в то время как мужчины напрямую имеют право на развод, когда как женщинам даётся с определенными принципами. Однако в мусульманском обществе в целом женщины не знают о существовании таких прав. Ислам разрешил три вида развода для женщины , которая не удовлетворена своим мужем и обрела счастье в своём браке. это мухалеа, тавфиз талак и развод в судебном порядке. Эти методы имеют свои ограничения и правила. В этой статье нашей задачей является показать положение женщин в разводе, их полномочия и то, как они могут использовать эти полномочия в рамках исламского права. İslam dini aile kurumuna büyük değer vermiş, onun inşası, idamesi ve sona erdirilmesi konusunda geniş emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. İslam, evliliği doğuştan gelen bir ihtiyaç ve mutluluğun temeli olarak kabul ederken, evliliğin devamı için karı-koca arasında karşılıklı anlayış, saygı ve sevginin olmasını gerekli görmüştür. Ancak insanların tabiatlarının farklı olması, anlayış ve zevklerinin farklı olması, bazı olumsuz olayların yaşanması gibi sebepler zamanla güçlü evlilik bağını yıpratabilir. Eşlerin sıcacık yuvaları soğur. Birliktelikler bile mutluluk yerine ıstırap ve çileye dönüşebilir. Böyle bir durumda eşler ya üzüntü ve mutsuzluk içinde yaşayacaklar ya da ayrılıp yeni bir mutluluk kapısı arayacaklar. İşte bu noktada İslam, eşlerin birbirlerine zarar vermemeleri ve yeni mutluluklara kavuşmaları için boşanmayı meşru görmektedir. İslam aile hukukunda talak - talâk konusu birçok farklı yönüyle ele alınmış ve tartışılmıştır. Bu tartışmalardan biri de boşanmaya kimin karar vereceği, bu konuda kimin yetkili olacağı ve kadının kocasını boşayıp boşamayacağıdır. İslam'a göre erkekler doğrudan boşama hakkına sahipken, bu hak kadınlara belli esaslarla verilmiştir. Ancak genel olarak Müslüman toplumlarda kadınlar bu tür hakların varlığından habersizdir. İslam, kocasından razı olmayan ve evliliğinde aradığı saadeti bulamayan kadına üç çeşit boşama yetkisi vermiştir. Bunlar muhâlea, tefviz-i talak ve mahkeme yoluyla boşamadır. Bu yöntemlerin kendi kuralları ve nitelikleri vardır. Bu tebliğimizde boşamada kadının durumunu, sahip olduğu yetkileri ve bu yetkileri nasıl kullanacağını İslam hukuku çerçevesinde ortaya koymayı amaçlamaktayız. The religion of Islam gave great value to the institution of the family, and gave extensive orders and recommendations in the case of its construction, maintenance and termination. While Islam regards marriage as an innate need and the basis of happiness, it considers it necessary to have mutual understanding, respect and love between husband and wife for the continuation of marriage. However, reasons such as the different natures of people, the diversity of their understanding and tastes, and the occurrence of some negative events can wear down the strong marriage bond over time. Warm nests of spouses get cold. Even togetherness can turn into suffering and ordeal instead of happiness. In such a case, the spouses will either live in sadness and unhappiness, or they will leave and seek a new door of happiness. At this point, Islam sees divorce as legitimate so that spouses do not harm each other and achieve new happiness. The subject of talaq - divorce in Islamic family law has been handled and discussed from many different aspects. One of these debates is who will decide on the divorce, who will be authorized in this and whether the woman can divorce her husband. According to Islam, while men have the right to divorce directly, this right is given to women with certain principles. However, in general, women in Muslim societies are unaware of the existence of such rights. Islam has authorized three kinds of divorce for a woman who is not satisfied with her husband and cannot find the happiness she seeks in her marriage. These are muhâlea, tefviz-i talak and divorce by court. These methods have their own rules and qualifications. In this paper, we aim to present the situation of women in divorce, their powers and how they can use these powers within the framework of Islamic law. Keyword: islamic law, fiqh, muhalea, tefviz-i talak, divorc More less

According to the Islamic Law Termination of Pregnancy and the Principles of Ğurra

Ali YÜKSEK

Article | 2018 | MANAS Journal of Social Studies (MJSS) - MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi7 ( 1 )

Since the ancient times human beings have attempted to terminate pregnancy due to the various reasons and still continues to do that. This subject has been discussed in all societies and religions. It is known very well that any divine and human legal systems have not accepted knowingly to abort any fetus so far. Muslim scholars ally that any fetus coming to life is aborted is strictly forbidden. However if fetus is not coming to life is aborted, they have different views about this matter. This article discusses the termination of pregnancy and its penal results in Islamic law. It gives the author’s views about this matter after p . . .resenting Muslim scholars’ views about this subject More less

Our obligations and policy regarding cookies are subject to the TR Law on the Protection of Personal Data No. 6698.
OK

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms